ÖZET
Amaç:
Desmoid tümörler, müsküloaponörotik dokulardan gelişen, lokal olarak agresif seyir gösteren ve uzak metastaz yapmayan tümörlerdir. Görülme sıklığı polipozis koli sendromlarında artış göstermektedir. Bu çalışmamızda, desmoid tümör nedeniyle tedavi ve takip ettiğimiz olguların sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem:
Kliniğimizde 2000-2013 yılları arasında desmoid tümör tanısı ile tedavisi yapılan 15 hastanın demografik ve klinik verileri, yapılan girişimler, komplikasyonlar ve uzun dönem takip sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi
Bulgular:
On beş olgunun yaş ortalaması 35 (20-51) olup; 9’u (%60) kadındı. Polipozis sendromlu 13 hastadan altısına (%40) restoratif proktokolektomi, beşine (%33) ise tüm kolektomi ve ileorektal anastomoz ameliyatları yapıldı. İki olgu ise inoperabl olarak kabul edildiğinden, kolona yönelik cerrahi girişim yapılmadı. Polipozis koli tanısı sonrası, cerrahiyi takiben desmoid tümör gelişmesi arasında geçen ortalama süre 24,5 (4-48) ay olarak tespit edildi. Tümörün yerleşim yerine bakıldığında, en sık batın içinde olduğu saptandı (n=11 olgu, %74). Sekiz (%54) olgu desmoid tümör tanısı konulduğunda cerrahi eksizyona uygun bulunmayarak inoperabl kabul edildi. Diğer yedi olguya (%46) cerrahi eksizyon yapılabilirken, bu hastaların hepsinde tümör nüksü izlendi. Hastalarının 11’i (%74) takipleri sürecinde kaybedildi. Ortalama sağkalım 79,7 ay (5-312) olarak saptandı. Bir olguya ise çoklu organ nakli yapıldı.
Sonuç:
Desmoid tümörler, profilaktik kolektomilerin erken yaşta yapılmasını takiben polipozis koli hastalarının mortalitesinin en sık sebebi olmaya başlamıştır. Tanı anında, çoğu olgu çevre dokulara, özellikle ince barsak mezosuna, büyük kısmını invaze ettiğinden inoperabldır. Bu olgularda çoklu organ nakli her ne kadar komplike bir girişim gibi görünse de, şu an için uygun bir seçenek gibi durmaktadır.
Giriş
Polipozis koli sendromları (PS) genellikle otozomal dominant geçiş gösterir ve kolorektal kanserilerin %1’inden sorumludur. Görülme sıklığı 1/10000’dir.1 Kolondaki poliplere en çok mide ve duedonum polipleri eşlik etmektedir. Olguların tamamında, beşinci dekada kadar kolorektal kanser gelişeceği için profilaktik amaçlı tüm proktokolektomi (seçilmiş olgularda-atenüe polipozis koli-tüm kolektomi) yapılması gerekmektedir.2 PS’li hastalarda görülen bir diğer tümör ise desmoid tümörlerdir (DT). Müsküloapenörotik dokudan kaynaklanan yumuşak doku tümörü olan DT normal popülasyonda ender görülür. Bütün yumuşak doku tümörlerinin %3’ünden azını oluşturur ve insidansı milyonda 2-4 arasında değişmektedir.3,4,5,6 Etiyolojisini tam olarak bilinmemekle beraber; abdominal cerrahi, gebelik, östrojen kullanımı, travma suçlanan sebeplerden bazılarıdır.7 Toplumda nadir görülen DT, PS’li hastaların %15’inde komplike bir sorunu olarak kolorektal cerrahların karşısına çıkmaktadır.8 Uzak metastaz yapmayan bu tümör, lokal agresif seyir gösterip çevre yapıları infiltre etme eğilimindedir.9 Tedavisinde en etkin yöntem lezyonların negatif cerrahi sınır ile eksizyonudur. Ancak hastaların büyük kısmı tanı koyulduğunda cerrahi eksizyona uygun değildir. Bu nedenden dolayı lokal bir hastalık olmasına rağmen, DT’ye bağlı mortalite ve morbidite oranı yüksektir. Bu çalışmamızda DT nedeniyle kliniğimizde takip ve tedavi edilen hastaların kısa ve uzun dönem sonuçları ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda 2000-2013 yılları arasındaki veri tabanı geriye doğru taranarak, DT tanısı ile tedavisi yapılan hastalar belirlendi. Tespit edilen olguların demografik verileri, semptomları, tümör yerleşim yerleri, yandaş bulguları, yapılan girişimler (cerrahi veya görüntüleme eşliğinde radyolojik), komplikasyonlar ve uzun dönem takip sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular
2000-2013 yılları arasında kliniğimizde, PS tanısıyla 52 (27 Kadın-25 Erkek) olgu ameliyat edilirken, aynı dönemde 15 hastanın ise DT nedeni ile tetkik ve tedavi olduğu belirlendi. Hastaların yaş ortalaması 35 (20-51) olup; dokuzu (%60) kadın, altısı (%40) erkekti. Bu 15 olgunun 13’ünde (%86) PS eşlik ederken, iki (%14) olgu ise sporadikti. Üç (%20) hastada PS tanısı DT tespit edilmesini takiben konulmuştu. PS’li 13 hastadan, altısına (%40) restoratif proktokolektomi, beşine (%33) ise tüm kolektomi ve ileorektal anastomoz ameliyatları yapıldı. DT tanısı, polipozis koliden önce konan iki olgu ise inoperabl olarak kabul edildiğinden kolona yönelik cerrahi girişim yapılmadı. PS tanısı sonrası, cerrahiyi takiben DT gelişmesi arasında geçen ortalama süre 24,5 (4-48) ay olarak tespit edildi. Tümörün yerleşim yerine bakıldığında, DT’nin 11 (%74) olguda karın içinde, iki (%13) olguda karın duvarında, iki (%13) hastada ise hem karın içi hem karın duvarında olduğu belirlendi (Resim 1a, 1b, 1c).
Sekiz (%54) olgu DT tanısı konulduğunda cerrahi eksizyona uygun bulunmayarak inoperabl kabul edildi. Diğer yedi olguya (%46) cerrahi eksizyon yapılabilirken bu hastaların hepsinde uzun dönem takiplerinde tümör nüksü saptandı ve bu hastalardan beşi (%33) DT komplikasyonlarına bağlı (kanama, perforasyon) olarak kaybedildi. Cerrahi girişim yapılamayan hastaların inoperabl olmasının sebebi, kitlenin ince barsak mezosunun büyük kısmını invaze etmesi ve süperior mezenterik arteri çevrelemesiydi (Resim 2).
İnoperabl olguların bazılarında değişik medikal tedaviler (sulindak, östrojen, glivec, radyoterapi) denendi. Ancak hiçbir olguda bu tedaviler ile tam kür veya kitleden küçülme sağlanarak cerrahi yapılabilme şansı elde edilmedi. Ağrıyı takiben bu olgularda en sık görülen bulgu (komplikasyon) interloop apse gelişmesiydi [n=5 (%33) olgu; Resim 3]. Bu olgulara palyasyonu sağlamak amacıyla görüntüleme eşliğinde (ultrason veya bilgisayarlı tomografi) toplam 15 perkütan drenaj işlemi yapıldı (Resim 4). İki olguda ise enterokutanöz fistül gelişti. Üreter obstrüksiyonu nedeniyle toplam 3 hastaya perkütan nefrostomi ve 3 hastaya da pigtail katater takılma işlemi yapıldı (Resim 5).
Olgularımızdan bir tanesinde mandibulada, bir tanesinde kraniumda, bir tanesinde vertebrada ve bir tanesinde de sakrumda olmak üzere, toplam 4 olguda karın dışı tutulumun (kemik tümörü-osteom) eşlik etmiş olduğu belirlendi (Resim 6).
DT hastalarının 11’i (%74) takipleri sürecinde kaybedildi. Mortal seyreden hastalarda tanı sonrası ortalama sürvisi 79,7 ay (5-312) olarak saptandı. Hastaların demografik ve klinik veri sonuçları Tablo 1 ve 2’de özet olarak verilmiştir.
Serimizdeki yüz güldürücü olmayan sonuçlar sonrasında inoperabl kabul ettiğimiz son iki DT olgumuzu multiviseral organ nakli ile kür sağlanabileceğini gözönünde bulundurarak Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sağlık Bakanlığı ile yazışmalar yaparak nakil için Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderdik. İlk olgumuza Miami’de 2013 yılının Ağustos ayında multiviseral organ nakli (mide, ince barsak, kolon, ve pankreas) yapıldı. İlk iki yıl nükssüz takip edilen bu hastada, sonrasında biri karın içi (üreter obstrüksiyonuna neden olan), altı tanesi karın duvarında olmak üzere DT nüksü saptandı (Resim 7a ve 7b). Bu kitleler ünitemizde rezeke edildi. Bu cerrahiyi takiben hasta nüksü olmadan takip edilmektedir. Nakil için aynı merkeze gönderdiğimiz ikinci hastanın tedavisi halen Miami’deki klinikte devam etmekte ve nakil beklemektedir. Nakil için yönlendirdiğimiz bir diğer olgu ise resmi yazışmalar sırasında yaşadığı sıkıntılar nedeniyle hali ile takip edilmektedir.
Tartışma
DT miyofibroblastların klonal proliferasyonu sonucu ortaya çıkan mezenkimal doku kaynaklı bir tümördür. İlk olarak 1832 yılında McFarlane tarafından, doğum sonrası bir kadında abdominal duvarda oluşan tümör olarak tanımlanmıştır. “Desmoid tümör” sözcüğü ilk olarak 1838 yılında Mueller tarafından kullanılmıştır.10,11 En belirgin ve tipik özellikleri metastaz yapmayarak, büyüyüp çevre organ ve dokuları invaze ederek lokal agresif seyir göstermeleridir. Etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte gebelik, östrojen, oral kontraseptif kullanımı, travma, cerrahi girişim sporadik olgularda risk faktörü olarak belirtilmektedir. Normal popülasyonda nadir görülen bu tümörün bir diğer özelliği ise Polipozis koli sendromlarında [Familial adenomatous polyposis (FAP), Gardner sendromu] görülme sıklığının normal topluma göre belirgin olarak artmasıdır.7,8,9,10,11,12,13 Görülme sıklığı kadınlarda daha fazladır ve 30’lu yaşlarda pik yapmaktadır; ama 15 ile 60 yaş arasında her dekadda izlenebilinir. Ancak hangi PS olgusunda DT gelişeceğini öngören klinik bir belirteç yoktur. Ancak polipozis kolinin en sık nedeni olan APC gen mutasyonunun, gen kodonundaki yerleşim yerinin DT gelişimi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Eğer mutasyon 1464-1493 kodonları arasında yerleşmiş ise DT görülme riski 20 kat artış göstermektedir.14,15
DT yerleşimi karın duvarında, karın içi ve karın bölgesi dışında olabilir. Karın içi DT mezenter, retroperiton ve pelviste yerleşim gösterebilir.16 Serimizdeki olgulara bakıldığına tümör yerleşiminin en sık karın içi (n=11-%74) olduğu görülmektedir. İkinci sıklıklar karın duvarı DT (n=2-%13) gelmektedir. Literatüre bakıldığında da en sık karın içi DT ve sonra karın duvarı DT görülmektedir. Ayrıca olgularımız arasında bir tane çenede, bir tane kafatası kemiğinde, bir tane vertebra ve bir tane de sakrumda olmak üzere dört olgu (%28) da karın dışı tutulum (osteom) eşlik etmekteydi.
PS’li hastalarda cerrahinin tipi (tüm kolektomi-proktokolektomi) kadar, cerrahinin zamanlamasının da DT gelişimi için risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Durno ve ark.17 yaptığı çalışmada, bayan hastalarda ve erken yaşta kolektomi yapılan hastalarda riskin diğer PS hastalarına göre 1,8 kat arttığı gösterilmiştir. Erkeklerde ise bu riskte artma saptanmamıştır. Buna bağlı olarak FAP’li bayan hastalarda kolektominin zamanın ertelenmesini önermişlerdir. Serimizdeki olgu sayısının kısıtlı olması, bu konuda yeterli bir değerlendirme yapmamıza izin vermemektedir. Ancak serimizde bayan hasta sayısı yüksek görülmektedir (n=9-%65). Cerrahi zamanlama bakıldığında ise olguları 10’unda DT kolon cerrahisini takiben oluştuğu görülürken, dört olguda (%28) ise DT’nin kolon cerrahi öncesi ortaya çıktığı tespit edilmiştir.
DT’de klinik seyir farklılık göstermektedir. Yapılan çalışmalarda DT %50’sinin stabil kaldığı, %30’unda büyüme küçülme dönemlerinin olduğu, %10’unda spontan regresyon ve %10’unda agresif büyüme görüldüğü belirtilmiştir.18 Bunu etkileyen gebelik, östrojen kullanımı veya oral kontraseptif kullanımı, travma, cerrahi girişim gibi bir çok faktör belirtilmiştir. Gebelik sırasında ve sonrasında büyüme, menopozda spontan regresyon görülmesi hormonların etkisini düşündürmektedir ve bunlar hormonal tedavinin (antiöstrojen) dayanağı oluşturmaktadır.19
Sıklıkla yavaş büyüdüklerinden pek çok hastada uzun süre asemptomatik seyrederler. Hastalar, kitlenin büyüyerek viseral organlara (barsaklar, damarlar, üreter ve sinirler) bası yaptığında veya invaze ettiğinde semptomatik hale gelirler. Hastalar en sık karın ağrısı, ele gelen kitle, ateş ve ileus tablosu ile kliniğe başvururlar. Tanıda ise altın standart olan bilgisayarlı tomografi yeterli olmaktadır. Bu yöntem ile tanı rahatlıkla konur ve tümör boyutu, tümörün çevre dokularla ilişkisi ayrıntılı olarak ortaya konur. Bilgisayarlı tomografi ile nüksde rahatlıkla değerlendirilir. Klinik gereklilik halinde, diğer görüntüleme yöntemlerinden de (ultrason, manyetik rezonans veya pozitron emisyon tomografi) faydalanabilinir.20
Yavaş ve sinsi bir seyir gösterdiğinden serimizde olduğu gibi çoğu olgu tanı konulduğunda irrezektabldır. DT’nin irrrezektabl olduğu olgularda sık karşılaştırdığımız bir sorun, barsak ansları arasında yerleşim gösteren interloop abselerdir. Bu apseler DT’ye ikincil gelişen septik komplikasyonlara neden olmaktadır. Bunun sebebi olarak kitlenin santralinde gelişen nekroz ve tümörün barsak duvarını invaze etmesi gösterilmektedir.21 Bu hastalarda peritonit bulgusu yoksa i.v. antibiyotik ile takip; bununla tablo da gerileme olmazsa uygun hastalara perkutan drenaj yapılmasıdır. Bu tedavilerlede gerileme olmazsa, peritonit bulgusu varsa, perkütan drenaja uygun değilse semptomatik cerrahi yapılabileceği akılda bulundurulmalıdır. Bizim çalışmamızda interloop apse 5 (%33) olguda tespit edilmiştir. Bu hastaların hiçbirine definitif cerrahi yapılamamıştır. Bu beş hastaya palyasyon sağlamak amaçlı 15 kez perkütan drenaj uygulanmıştır.
DT hastalarda primer tercih edilecek tedavi yöntemi cerrahidir. Kapsülü bir tümör olmaması nedeniyle etraf dokulardan net ayrımı yapılamaz ve R0 rezeksiyon uygulanması zordur. Buda yüksek nüks oranlarına sebep olmaktadır. Serimizde de olguların sekizi tanı anında inoperabl iken, rezeksiyon yapılan olguların tamamında nüks izlenmiştir. Radyoterapi cerrahiye ek olarak veya tek başına kullanılabilir. Sistemik tedavi ajanı olarak antiöstrojen (tamoksifen, raloksifen), steroidal olmayan anti-enflamatuvar ilaçlar (sulindak), tirozin kinaz inhibitörleri (imatinib, sorafenib), sitotoksik kemoterapatik ajanlar (doksorubisin, dakarbazin, vinblastin, methotreksat) hızlı seyirli ve nüks olgularında kullanılabilir.22,23,24 Düşük toksisite nedeniyle hormonal tedavi ve steroidal olmayan anti-enflamatuvar ilaçlar unrezektabl ve klinik semptom olmayan hastalarda ilk tercih olarak kullanılabilirler.25 Sitotoksik kemoterapotik ajanlar özellikle unrezektabl hızlı büyüyen ve semptomatik hastalarda seçilebilir. Tirozin kinaz inhibitörlerin bu hastalıkta endikasyonu yoktur; ancak tüm tedavi ajanları kullanılıp, istenen cevap elde edilemeyen hastalarda denenebilirler.26 Ancak bu tedavilerle etkin bir sonuç almak genelde mümkün olmamaktadır.
Kliniğimizde takip etttiğimiz olgularda çoğunun irrezektabl olması, yüksek mortalitemiz ve nüks oranımızın yanı sıra, yukarıda bahsedilen radyoterapi ve medikal diğer tedavi yöntemleri ile istediğimiz sonuçları alamamamız bizi yeni arayışlara yönlendirmiştir. Çünkü PS olgularında, bir kaç dekad öncesine kadar mortalitenin en sık sebebi kolorektal kanserler iken; PS olguların artık erken tanı alarak, kolorektal kanser gelişmeden proflaktik kolektomiye gitmeleri, DT’nin bu hasta grubunda artık en önemli mortalite sebebi olmasına yol açmıştır. Clevland klinikten yapılan bir çalışmada PS olgularında, proflaktik kolektomiyi takiben en sık mortalite nedenini (%35 yakın olguda) DT’nin oluşturduğu ve kolorektal kansere bağlı ölümlerin %10’unun altında kaldığı belirtilmiştir.8 Ancak DT olgularında yapılacak geniş rezeksiyonlar, ince barsak mezosunu tamamına yakının çıkarılması ve tüme yakın ince barsak kaybı ile sonuçlanacaktır. Bizim görüşümüze göre bu olgularda şuan için en uygun seçenek tüm mezosunun çıkartılmasıdır. Burada da, tedavi seçeneği olarak ince barsak veya multivisseral organ nakli alternatif yöntem olarak görünmektedir. Olgularımızdan birine de yurtdışında multiviseral organ nakli gerçekleştirilmiştir. Hastanın nakil sonrası biri karın içi, altısı karın duvarında olmak üzere nüksleri ile kliniğimizde tekrar ameliyat edilmiştir ve halen nakil sonrası 3. yılında sorunsuz olarak takip edilmektedir. Bir diğer hastamız ise aynı klinikte nakil için beklemektedir. Bu tedavinin en büyük dezavantajı multivisseral organ naklinde deneyimli bir merkezin ülkemizde bulunmuyor olması, ömür boyu immünsüpresyon kullanılması ve yüksek maliyeti gibi durmaktadır.
Sonuç olarak; DT’ler lokal agresif seyir gösteren, uzak metastaz yapmayan, nüks oranı yüksek mezenkimal doku tümörleridir. Toplumda nadir olarak görülen bu tümörler PS olgularında sık görülmektedir. Günümüzde, DT’ler proflaktik kolektomi sonrası PS hastalarının büyük kısmının mortalitesinden sorumludur. Primer tedavisi cerrahi olup, tüm olarak kitlenin eksizyonu hedeflenmelidir. Cerrahi dışındaki tedavilerin yararı sınırlı ve halen tartışmalıdır. Olguların yarısı tanı anında inoperabldır, diğer olgularda nüks oranı yüksektir. Bu nedenle metastaz yapmamasına karşın perforasyon, kanama ve obstrüksiyonlar ile yüksek oranda mortaliteye neden olmaktadır. Gerekli negatif cerrahi sınır elde edilmesi ve mezo içinden yeni DT çıkmasını engellemek için ince barsakların tüm mezosu ile birlikte çıkartılması gerekmektedir. Bu olgularda multiviseral organ nakli her ne kadar komplike bir girişim gibi görünse bile, şu an için en uygun seçenek gibi durmaktadır.
Etik
Etik Kurul Onayı: Retrospektif çalışma, Hasta Onayı: Alınmıştır.
Hakem Değerlendirmesi: Editörler kurulu ve Editörler kurulu dışında olan kişiler tarafından değerlendirilmiştir.
Yazarlık Katkıları
Cerrahi ve Medikal Uygulama: Metin Keskin, Emre Balık, Türker Bulut, Konsept: Metin Keskin, Emre Balık, Türker Bulut, Dizayn: Metin Keskin, Emre Balık, Türker Bulut, Veri Toplama veya İşleme: Ecem Memişoğlu, Adem Bayraktar, Analiz veya Yorumlama: Muhammed Zübeyr Üçüncü, Metin Keskin, Literatür Arama: Metin Keskin, Muhammed Zübeyr Üçüncü, Adem Bayraktar, Yazan: Metin Keskin, Muhammed Zübeyr Üçüncü, Ecem Memişoğlu.
Çıkar Çatışması: Yazarlar tarafından çıkar çatışması bildirilmemiştir.
Finansal Destek: Yazarlar tarafından finansal destek almadıkları bildirilmiştir.